Türkiye üretmek zorunda. Bu gerçeği hepimiz biliyoruz. 27 yılı aşkın meslek hayatımda, gazeteci olarak hep üretim odaklı bir ekonomi ekseninden meseleye baktım. Her gün programlarımı ‘şartlar ne olursa olsun paranızı ticarete, üretime yatırmaktan vazgeçmeyin’ diyerek kapattım.
Bu yıllar içerisinde de ürettiği için cezalandırılan çok müteşebbis gördüm. Sonuçta ben de kadın çantası üretimi yaparak hayatını geçiren, şimdi emekli olmuş bir babanın, yaz tatillerinde atölyede çalışan çocuğuyum. Hayatım içlerinde geçti. Yani Mahmutpaşa’yı, Mercan’ı, Beyazıt’ı, Sultanhamam’ı da, röportajlarım nedeniyle Asım Kocabıyık’tan Hakkı Matraş’a kadar sanayicileri de iyi bilirim.
Üretmek çok önemli. Fakat bunu da bir üretim fetişizmi penceresinden ibaret görmüyorum. Neyi, niye, nasıl ürettiğini ve ne kazandığını bilen firmalar yaratmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Aksi takdirde yapılan iş, keçi boynuzu kemirmeye dönüyor.
Bugünlerde bunu sloganlaştırdılar. Adına katma değerli üretim diyorlar. Oysa, eskilerin tabiriyle ‘attığın taş ürküttüğün kuşa değecek’ diyerek de konuyu özetleyebiliriz. Şu an ülkede tarımdan sanayiye, yazılımdan hizmete kadar değer üretmenin ve bunu günün sonunda ihraç etmenin çok zor koşulları aşarak gerçekleştirilen bir faaliyet olduğunun da farkındayım.
Lakin meseleyi bir hamaset noktasına getirip, siyasilerin ‘adı var kendi yok’ tarzında desteklerinden ve kuru övünmelerinden bıktım. Son olarak döviz kurunu takip etmediğini söyleyen, aslında kontrol edemediği için bunu ortaya atan ve adına da ‘rekabetçi kur’ diyen bir Bakan’ın sözlerini paylaşacağım.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak “Türkiye üreterek, katma değer oluşturarak büyüyor” dedi. Devamında söyledikleri de bunu destekleyen türdendi. Geçtim sahada yaşananları, borç alacak zincirindeki kırılmaları, Abdullah Kiğılı gibi bir değerin ‘hepimiz borç yapılandırıyoruz’ mesajını, reel sektörün 165 milyar doları aşan pozisyon açığını ya da BDDK verilerine göre 9 Ekim itibariyle 132 milyar TL’lik takibe düşen borcunu…
Son 4 ayda, resmi rakamlara göre bile yüzde 8’lerden yüzde 18’lere çıkmış bir üretici enflasyonu yaşanırken, tüketici enflasyonundan anlıyoruz ki bunlar fiyatlara yansıtılamazken, ihracatta da işler iyi gitmiyor.
Bakan Albayrak, ekonomik dönüşüm yolculuğundan bahsediyor ama Dünya Gazetesi’nin son analiz haberine göre ihracatta da erimeyi sürdürüyoruz. Son 5 yılda yüzde 20 daha fazla mal satıp, yüzde 15 daha az para kazandığımız bir duruma geldik.
Şayet buna rekor diyerek kendimizi avutacaksak, sadece kendimizi kandırırız. Kilogram başına 1,4 dolar seviyesinde gelir elde ediyorduk. Sonra ekonomik programlar hazırlayıp 4 dolar / kg hedefini ortaya koyduk.
Sadece 2020 yılının 9 ayında KOBİ’lere sunulan kredileri yüzde 38 arttırdık, ama geldiğimiz noktada ne oldu? Dolar karşısındaki değer kaybıyla birlikte Türkiye’nin kilogram başına ihracat geliri 1,09 dolara düştü.
Daha çok mal satıp, daha az para kazanmayı övünç meselesi yapacaksak problem yok. Ama bununla yetinmek bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. 4 dolar hedefini hatırlayın. Bu hedef Japonya’yı yakalamaktır.
Geçtim Japonya’yı, Bakan Albayrak’ın açıklamalarında ‘bizi kıskanıyorlar’ dercesine atıfta bulunan Almanya’nın bile kilogram geliri 3,7 dolar civarında. Krizse, herkese kriz; hiç bahane üretmeyelim.
Daha çok mal satmak için, fiyat kırıyorsanız, sadece firmalarınızı ve itibarınızı kaybediyorsunuz demektir. Bunu dönüştürmenin yolu da planlı ve gerçek bir üretim ekonomisinden geçiyor; 1 dolarlık hamaset yapmaktan değil.
@cetinunsalantv
Para Analiz